• 30 Nisan 2018, Pazartesi 13:46
Kadir Keskin

Kadir Keskin

HEPİMİZİN  HİKAYESİ

HEPİMİZİN  HİKAYESİ

Başlığı okuyup da  avcıların  yaptıkları  avları  ve abartılı bir  şekilde anlattıkları avcılar kahvesi aklınıza gelmesin. Bu başka bir yalancı kahvesi…  Hepimiz , eninde  sonunda bu  kahvenin  tabii  müşterisiyiz. Ama  bugün  ama  yarın… 20  Eylül  günü   babam   bu kahvenin   müşterisi   oldu. Yalancılar   kahvesi yine  muğlâk   kaldı. Bir   şey anlamadınız  ama   hepinizin  bildiği  ve  hepimizin  yine  çok   iyi   bildiği  bu   kahveyi bir  anekdotla  size  tanıtmaya  çalışacağım.
             Anadolu’nun  ünlü  manevi  şahsiyetleri  olan  Mevlânâ  ile  Şemsi çok    iyi tanıyorsunuz.   Mevlânâ  Celâleddîn-i  Rûmî ,  Şems  ile tanışmazdan önce  medrese hocasıdır.  Bugünkü   deyimiyle  üniversite  hocasıdır. Ancak ,   ünlü  sofu  Şems ile tanıştıktan   sonra  tasavvufa  meyleder. Hocalığı  ve  Konya’daki  özel  dostlarını   ihmal  eder. Gece gündüz  Şems  ile derinlikli  tasavvufi  sohbetlere  zamanını  ayırır. Mevlânâ’nın ,  Şems   ile  olan  bu dostluğu  ve  Şems’e  bu  kadar  zaman  ayırıp mühimsemesi  Konya’da  kıskançlığa  sebep  olur  ve  Şems’e  karşı  bir   hasımlık  peyda   olur.  Herhalde ,  başlarına  gelecekleri  tahmin  ettiler  ki  sohbetleri  esnasında,  Mevlânâ : “Biz  birbirimizi  kaybedersek  nerede  bulacağız ?”  diye  sorması   üzerine ,  Şems:  “Beni  kaybedersen  Tebriz’de  çok  meşhur  bir  Yalancılar  Kahvesi   vardır. Beni  ararsan  orada  bulursun .”  der.

             Gel  zaman  git  zaman  Konya’da,  Şems’e  karşı  büyük  bir  muhalefet  oluşur. Şems  ise  Konya’da  kalıp  Mevlânâ’ya  bir  zarar  gelmesine  gönlü  razı  olmadığından  bir  gece  aniden  Konya’yı  terk eder.  Mevlânâ, canciğer  dostunu kaybetmenin  üzüntüsü   içinde  günlerce  çok  acı   çeker.  Nihayet  ayrılığın   hasretine dayanamaz. Sonunda  bir  gün, o da Konya’yı  terk  ederek  Tebriz’e,  yakın  dostunu aramaya  gider. Tebriz’e  vardığında  karşılaştığı  herkese  meşhur  yalancılar  kahvesini sorar , ama  sorduğu  her   Tebrizli  bıyık  altından   güler .“ Burada  böyle  bir   kahve yok.” diye.  Lakin,  Mevlânâ  dostuna  güvenmektedir. O  yalan  söylemiş  olamaz… Mevlânâ, Tebriz’de   günlerce yalancılar  kahvesini  arar  ama  bir  türlü   bulamaz. Sonunda  dostuna  olan  güveninin  sarsılmışlığı  içinde  Tebriz’den  dönerken  yol üzerinde,  ecdadının  meftun  olduğu  topraklardaki   mezarlığa   uğrayıp   bir   Fatiha okumayı  düşünür.  Fatiha  okumak  için  mezarlığa   girdiğinde  bir  de  ne  görsün , Şems   mezarlıkta…

         İki  dost  gözyaşları  içinde  kucaklaşır.  Neden  sonra   Mevlânâ :  “Sizi günlerce  Tebriz’de  yalancılar  kahvesinde  aradım   da   kime sorduysam     bana güldüler. Burada  öyle  bir  kahve  yok .’’ dediler. Şems   ise  dostunu  dinledikten  sonra “Var ,dostum   ,var. En  büyük  yalancılar  kahvesi  burası… Eninde   sonunda buraya  gelince  onlar     da   öğrenecekler. Görüyor    musun? Burada   yatanların   hepsi   yalancı… Dünyada   iken  bunların   bir   kısmı  ‘malım   var’ diye, bir  kısmı  ise  ‘makamım, rütbem, sarayım, tahtım, tacım, şanım, şöhretim’  var  diye  birbirlerine çalım   satıyorlardı.  Ama görüyorsun işte !..

Bunların   hiçbir   şeyi   yokmuş. Fakiri  de zengini  de  aynı   elbise   ile  geldiler. ’’ diye   cevap   verir.

Evet, dostlarım, babamı    üç sene  önce  20 eylül gecesi saat 03.00’te hastanenin aciline götürdüm. Doktorlar  ilk  müdahaleyi  yaptıktan  sonra  acilen  yoğun  bakıma aldılar. Ben   her   zamanki   gibi  biraz oksijen  aldıktan  sonra ( Nefes darlığı şikâyetinden ) tekrar  eve  götürmeyi  beklerken   saat  08.30’da , eski  öğrencim  Doktor  Bekir Kaynar    “Başınız   sağ   olsun… Hocam ,   babanızı   kaybettik.” Deyince  inanamadım. Sanki , doktor  - öğrencim-  benimle  şaka  yapıyordu.  Evet,  şaka  değildi. Dünyanın  tek  gerçeğiyle yüz   yüzeydim.  Evet ,babamı   kaybetmiştim. Morga beraber indik. Işıl ışıl gözleri yerindeydi  ama benim göz yaşlarımı görmüyordu. Kulakları yerindeydi  ama kız kardeşlerimin feryat figanını duymuyordu.

 Rahmetli babamı,  Hoca Efendi  ile beraber  yıkadık. Ben  suyunu  döktüm. Hoca  Efendi  yıkadı.  Yıkandıkça  beyazlaştı.  Sonra, cepsiz dört beş metre kefene bedeni  sığdı. Sonrası  kabir... Biricik  babamı,  kabire  kendi  ellerimle  yerleştirirken bir  taraftan  da  empati  kuruyordum. Ölüm  denen  hakikat  , eşe  dosta, konu   komşuya gelecek  de  aileme  gelmeyecek  gibi  mi  geliyordu  bana . İşte  babama geldi.  Er  ya  da  geç,  bana  da  gelecek  aynı   koşuşturma ,  aynı  feryat  figan  benim için  de… Çocuklarım   ve  aziz  dostlarım  sizler  hepimiz  ve  herkes  için - Allah gecinden  versin,  iman   selameti   ile  bu  şerbeti  tatmayı  hepimize  nasip  etsin-  cereyan  edecekti.

 O  anda,   yamyamların   aile  sevgileri  aklıma geldi. Yamyamlar,  bize anlatıldığı gibi her insanın etini yemezlermiş. Sadece anne babalarının etlerini yerlermiş.“Bizi doğuran  annemizi, bizi  yedirip   büyüten  anne babamızı   nasıl  kara toprağa veririz…’’diyerek  ‘‘ Onları  yersek  kendi  vücudumuzda  yaşatırız   ve   onlarla  beraberiz  yaşarız.’’  İnancıyla  anne  balarının  etlerini   yerlermiş. Acaba, dedim!  Ben  yamyamlar  kadar  da  mı babamı  sevmiyorum ? diye  bir soru  aklıma geldi. Evet, seviyordum… Fakat ben onu  yüce  dosta  emanet  ettim.      Kabire   yerleştirdikten  sonra  göz   açıp  kapayıncaya   kadar   topraklarla   naaşı   kapatıldı.  Sonrası  dinî   merasim töreniydi...

            Bu  arada   mahallemizin  Erzurumlu   Ersin  Hoca ’nın  duası  beni  çok  etkiledi. “Dünyada  yollar  çoktur  ama  iki  yol  vardır  ki  biri  feryat  ile  figanla  kabre gider, diğeriyse  Hak’ka  gider. Biz  birinci  etabı   merhum  ile tamamladık .  Rabbim , şu  andan   itibaren  mevtayı   sana  yolladık.  Ne olur ,  onu ,   hata  ve  kusurlarıyla huzuruna  kabul  eyle.  Rahman  ve  Rahim  sıfatınla  ona  merhamet  eyle.  Gafûr sıfatınla  günahlarını  affeyle.” diye duasını  noktaladı.

           Babamın  büyük  evladı  olarak  evrak  ve kağıt   işleriyle  ilgilenmek  bana kaldı.Huzur   bulduğu   yuvasını   ardında   bir   başına  bırakıp  yalnız   ve  dilsizleşen  eşyalarıyla,  ölümü  ve  dirimliği  için  biriktirdiği  üç beş  kuruş  geride  kaldı. Hiçbirini götürmedi   çünkü   elbisesinin  cebi  yoktu  ki  nereye   koyayım.  Arkama  baka baka kabirden   ayrılırken   şunu   anladım.  Ölümden  başka   her   şey   yalanmış. Yalan!


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


SON DAKİKA HABERLER

ANKET

Yeni İnternet Sitemizi Beğendiniz mi?

BURÇLAR

(21 Mart - 20 Nisan)

Koç Burcunun 19.04.2024 Günlük Yorumu

(21 Nisan - 21 Mayıs)

Boğa Burcunun 19.04.2024 Günlük Yorumu

(22 Mayıs - 22 Haziran)

İkizler Burcunun 19.04.2024 Günlük Yorumu

(23 Haziran - 22 Temmuz)

Yengeç Burcunun 19.04.2024 Günlük Yorumu

(23 Temmuz - 22 Ağustos)

Aslan Burcunun 19.04.2024 Günlük Yorumu

(23 Ağustos - 22 Eylül)

Başak Burcunun 19.04.2024 Günlük Yorumu

(23 Eylül - 22 Ekim)

Terazi Burcunun 19.04.2024 Günlük Yorumu

(23 Ekim - 21 Kasım)

Akrep Burcunun 19.04.2024 Günlük Yorumu

(22 Kasım - 21 Aralık)

Yay Burcunun 19.04.2024 Günlük Yorumu

(22 Aralık - 21 Ocak)

Oğlak Burcunun 19.04.2024 Günlük Yorumu

(22 Ocak - 19 Şubat)

Kova Burcunun 19.04.2024 Günlük Yorumu

(20 Şubat - 20 Mart)

Balık Burcunun 19.04.2024 Günlük Yorumu

NAMAZ VAKİTLERİ
abyb alt boş
yukarı çık